16 Şubat 2014 Pazar

ZORLAMA BİR MİLLET, KURMACA BİR DEVLET... KÜRTMENİSTAN !



Yakın tarihte sıfırdan yaratılmış ve ortaya çıkarılmış bir çok kalem çizgisi ülkeler topluluğu görmekteyiz. 

Alınganlıklara neden olmaması için bu sanal kara parçalarının ve kendi koordinatlara ait özel sipariş imalatı liderlerinin tek tek isimlerini saymaya gerek yok. Bilenler bilir, anlayanlar anlar…

Bunların çoğunu çoğumuz biliriz... 

Atanmış büyük(!) kahramanları ve sırası gelmiş seçilmişlerinin bayrağı devralması ile ömürleri oldukça uzun olmuştur bu ülkeciklerin. Ama artık oluk oluk kan akmaktadır ve vahşet hakim olmaya başlamıştır bu coğrafyalarda.

Terör pusuyu bırakmış aleni kol gezmektedir. Gündüz gece, bayram seyran, kadın ihtiyar ve çoluk çocuk demeden vampir şarabı fıçılarını doldurmaktadır… 


Küstahça, hayasızca ve ahlaksızca….



Tuhaflığı, yanlışlığı anlar ve algılarsınız içten içe, ama tüm gücünüzle ve zekanızla ürettiğiniz alternatifiniz bir diğer seçilmişin tercihlenmesinde erir gider. Çünkü seçilecekleri seçmek iradeniz dahilinde değildir. Hiçbir zaman da sizin iradenize bırakılmaz, bırakılamaz. Şüphesiz ki, yaşadığınız ve ölümüne sahiplendiğiniz ırkınistanınız (ülkeniz) ırkınızdan daha önemlidir. Sizin bağırsaklarınızdan petrol, karnınızdan altın çıkmaz ki…

Üstelik öyle yönetim işlerine filan da karışamazsınız. Yiyip içip gezin işte. Gününüzü gün edin elinizden geldiğince. Yiyip içecek paranız yoksa bir sol örgüte giriverin hemen. Sloganlarla ve ütopyalarla kilo bile alabilirsiniz üstelik.



Dünyayı halen yöneten ve bundan sonra da yönetmeye de kararlı ademden bozma tanrıcıkların son kararıdır bu. İşlerine karışılmasına asla tahammül edemezler. Hatta anlaşılmasına bile… Öldürürler…

Tanrıların haritaları önlerinde, kalemleri ellerinde yine bu günlerde… Şöyle ağız tadında bir sömürü için otutturamayı bir türlü beceremedikleri siyasi/sosyal istikrarı yeni bir çizgi ülkesiyle kontrol etmeye niyetlenmişler derinden. Ve ısrarlı..

Bu yeni ülkenin adı Kürtmenistan.


Ve tarihte bir ilk yaşanıyor bu sefer. Eskiden Güney-Kuzey, Doğu-Batı diye ayrılırdı milletler. Sonra bunlardan birisi bir başka ülkeye dönüşüverirdi…

Bu sefer durum farklı, Güney-Kuzey, Doğu-Batı gibi dört ana yön yok!. Ama Dört Ana Sır var.

Bu Dört Ana Sır’rın adları sır değil.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye. 


Varın siz de biraz okült, biraz da esoterik derinlik kazandırılması için Toprak, Hava, Su ve Ateş deyin bu Dört Ana Sırra…


Başlangıcın başlangıcında yalnızca Ulu Yaratanın hakimiyetinde yaratılan dünyamız bu Dört Ana Sır’dan imal edilmişti ve her yerde sessizlik hakimdi, her yerde huzur hakimdi.

Şu günlerde ise, tanrısal meslekleri meslek edinmiş ve DNA’ları Ateşin Dumansızından gelen Adem görüntülü mahlukatların gürültüleri kaplamış durumda dünyamızı... 


Kovulmuşlar arasından kendilerine en yakınlarını bulup bir ülke kurdurmak ve yeni yeni kahramanlar yaratmak üzere…. 



Ne yazık ki(!) ciddi derecede kahraman bulma sıkıntıları var… 


Hani ders kitaplarında hep okutulan ve sınıfınızı geçebilmeniz için ezberletilen türlerden.

Ve üstelik bu kahraman(!) kişilikleri kendilerine ve ideolojilerine aykırı düşen İslami tiplemelerden seçmek zorunda kalıyorlar.

Saidi Nursi ve diğer İngiliz imalatı kuklalar gibi!



 


Bakalım sırada hangi sanal kahramanlar var yaratacakları sanal krallıkları için?


Tabii yaratabilirlerse... !

Hiç yorum yok:

Modern Frankeştayn’lar


Gerçek canavarlar, canavarı yaratanlardır.

50-80 yaş kuşağındaki gençlerimizin(!) mutlaka hatırladıkları korku filmlerinin unutulmaz bir canavar kahramanı. Kendi adı yok aslında. O’nu yaratan doktorun “Dr. Victor Frankeştayn.” Soyadıyla anılıyor. Doktor, ölümsüzlüğü arayıp bulma yolunda ve yaratan olmak rüyasıyla kendini Tanrı sanan manyak bir bilim adamı. Kitabı 1918 tarihinde yayınlanmış. Şaşırtıcı tarafı ise yazarının Mary Shelley adında bir kadın olması.

Gelelim Modern Fankeştayn’ımıza…


O kadar çoklar ki hangisini yazacağını şaşırıyor insan. Günümüzün belli başlı türleri arasında Politikacı, Asker, Bilim Adamı, Yazar, Edebiyatçı, Sanatçı, Hukukçu, Bürokrat, İş adamı ve çok daha şaşırtıcı olan nice başkaları bulunmakta. Dr. Victor yaşasaydı; kendi canavarı korkunç Frankeştayn’ının günümüzdeki versiyonlarının yanında melek gibi kaldığını görünce kafayı yerdi resmen.

Ben EN TEHLİKELİ olanını yazacağım...
Yani GIDA Frankeştayn’larını. Bunlar orijinal Frankeştayn gibi kendini Tanrıya benzetme hevesinden öte, kendilerini Tanrı sanan mega-süper dünya zararlıları. Bunlar muhtemeldir ki, ellerindeki mevcut toprakları değil ekmeye, tuvaletlerine bile yetmeyen, kökten ırkçı ve radikal faşist mutantlardır. Tanrılarını değiştiremedikleri için, Tanrının ürünleriyle (veya doğal seleksiyonla evrimleşmiş natürel gıdaların) ve onun kodlarıyla uğraşıyorlar. Hatta değiştiriyorlar.

İlk hedefleri olan az alanda çok ürün hedeflerine ulaştılar…
Yetmedi. Görüntüsüne de müdahale ettiler. Yetmedi. Rengine de müdahale ettiler. Yetmedi. Kokusuna da müdahale ettiler. Yetmedi. Tadına da müdahale ettiler. Yetmedi. Vitamin, enzim ve elementlerine de müdahale ettiler. Yetmedi. Türün devamı kodlarını içeren çekirdeğine de müdahale ettiler. Yetmedi. Kendisini, tüketenin DNA’sına kopyalayan trans-genleri ürettiler. O’da yetmedi. Ekildiği toprakları de değiştiren, zehirleyen katkılar koydular. Yine yetmedi.

Şimdi ki gizli hedefleri…
IRKLARA GÖRE ayrı etki ve tesir gösteren Biyolojik Gıda Silahları üretmek. Bir başka değişle; ırka göre hazırlanmış, yani yalnızca O ırkı hasta edecek, kısır bırakacak, hatta imha edecek Gıda Silahları üretmek. Tek kaygıları bu gizli zehirli GDO savaşlarından kendilerinin de etkilenmeleri. Görünen odur ki, keşfettikleri şeytan zehrinin panzehirlerini henüz bulamamışlar. Nasıl mı anladım? Eğer bulunmuş ve denenmiş olsaydı bu panzehir KİTLESEL ÖLÜMLER çoktan başlamış olurdu.

Mevcut duruma bakınca çıldırmamak elde değil…
Halen, Tarım ve Köy işleri Bakanlığımızın 115.000 çalışanı var.. 70 üniversitemiz, 30 ziraat fakültemiz ve 50 tarım araştırma enstitümüz bulunmakta. Ne yapar bumlar? Bulmaca mı çözerler? OK’ mi oynarlar… Veya durumun vahametinin farkında olup susarak bu cinayetlere ortak mı olurlar? Daha da ayıbı ise, içlerinde sayısız idealist gençlerimizin de bulunduğu tam 10 bin işsiz ziraat mühendisimizin göz göre göre harcanmasıdır. Ne aymazlıktır ki, veya nasıl bir işbirlikçi ihanettir ki, Türkiye tohumda tamamen dışa bağımlı hale getirilmiştir. Yoksa tüm bu rezaletler üç beş adet saltmış veya kiralanmış züppe siyasetçinin cebi için mi yaşanmaktadır? Frankeştayn tohumların icadı-mucidi ve doğal patronu şeytanın araştırmacıları, genleriyle oynayarak, gül ile limon kokulu domates yetiştirdiklerini gazetelerin Internet sayfalarında gururla yazıyorlar. Saklamıyorlar artık. Habere göre, istediğiniz şekle sahip domatesleri bile bulabilirsiniz; çekirdeksiz, kalp şeklinde, salatalık şeklinde, dilimli...

Genlerle oynama meselesi yüzde yüz doğrudur…
Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok. Yani bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz. Bir gram tohumun fiyatı her dönemde bir gram altına denk. Üstelik bu Frankeştayn tohumlarını toprağa bir ektin mi artık isteseniz de yerli tohuma dönemiyorsunuz. Genetik tohum o toprağa da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor.

Acı bir örnek…
Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izin verilmemesidir.

Yani Frankeştaynlar şeytan tohumlarını tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava.... Bu şeytan tohumların içine hastalık yerleştirenler, bu sayede zirai ilaç satımını da garanti altına almış oluyor. Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor. Çok korkunç. Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak. Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak! Şu anda dünyada bu şeytan tohumlarını kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak'tır. İkincisi de biz olacağız.

HENÜZ SONA GELİNMEDİ.
DAHA VAKİT VAR!
Anlayalım, anlatalım, eyleme geçelim. Bildiğimiz kadar ve elimizden geldiğince. Tabii eğer çocuklarımızın da, torunlarımızın da, neslimizin de bu topraklarda yaşamaya devam etmelerini istiyorsak !
Önce Frankeştayn’ı biraz anımsayalım...

Hiç yorum yok:

AKP’NİN GİZLİ HORMON SAVAŞI!



Türkiye tablosu hiç bu kadar güzel olmamıştı ! 
Artan milli gelirlerimiz, zenginleşen insanımız, biten terör, dünya ilk on’una giren ekonomimiz, sona eren sağlık hizmeti problemleri, halledilen ilaç sıkıntıları, yok denecek kadar azalan işsizlik, güçlenen ziraatımız, gelişen hayvancılığımız, güçlü tarımımız, artan milli kuruluşlarımız, elektronik üretim sanayimiz, insansız uçaklarımız, ağır sanayimiz, madenlerimiz, enerji kaynaklarımız ve üretimimiz, toplumsal huzur ve barış, dünyanın en başarılı üniversiteleri, milli eğitimimiz, yediğimiz, içtiğimiz, kokladığımız, gördüğümüz her şey… Sanki hormon verilmişler. Hepsi 1’e 10 veriyor!

Olağanüstü ! 
Sanki memleket değil cennetteyiz! TBMM Gizli Oturumunda bu muhteşem tabloyu kutladınız sanırım. Halk şımarmasın diye gizli gizli kutladınız sanırım. Geleneksel Kızılcahamam AKP’liler toplanmalarında ve nutuklarında da bu tabloyu kutladınız sanırım. Yine biz’siz, milletten uzak, ama O’nun adına! Bu neşe ve özgüven dopinglendirmelerinin hemen ardından, geleneksel kampinginizden sonra da bir posta koydunuz Kürtçü partisine. “Erkekseniz silahınızı bırakın öyle gelin” dediniz. Muhtemelen onlar da size “takkelerinizi bırakın” öyle gelin diyecek. Birbirinizden ne farkınız var ki? Biriniz “made in batı takke” ile biriniz “made in batı mermi” ile hormonlu!

Bakınız AKP efendileri ! 
Derhal içinde bulunduğunuz derin rüyadan uyanınız. Şayet uyanabilirseniz, uyuyanlarınızı da uyandırınız. Sürekli ziyaret halinde bulunduğunuz TBMM’inden evvel bir kez de olsa kendinize uğrayınız! Tabii saf özünüz hormonlu dışınızı kabul ederse!

Ey resmi ademler ve baş resmi adem ! 
Sizin domatesten haberiniz var mı domatesten? Evet evet, hani şu Türk mutfağının vazgeçilmezi yemeklik, salatalık, salçalık domates! Efendim? Duyamıyorum! O gümbür gümbür sesiniz çıkamıyor değil mi? Bağırsanıza hadi “Türk Domatesimizin Milli Zaferi”diye! Sizin böyle ciddi(!) konularda pek sesiniz çıkmaz. Çıkamaz! Bari ben size “işe yarar” bir Kızılcahamam semineri vereyim de dinleyin. Domatesin kilosu bugün Ankara Beğendik Market’te 8 TL civarında idi! 10 kilo alırsanız 4 Kilo kaliteli salça yapabilirsiniz. Yani 20 liraya 1 Kg. salça. Kısacası avaz avaz bağırarak anons ettiğiniz memura, emekliye, işçiye zamlar salça parası bile değil. Bu karanlığı, muhterem partinizin bütün ziya hormonlu ampulleri bir araya gelse bile yok edemez! Edebilir mi?

İsrail’e Posta koyan ilk 10’un Türkiye’si ! 
Bir ampul ailesi olarak topluca posta attığınız İsrail’e karşı duruşunuzla böbürlenmekte, gururlanmakta ve sözde prim yapmaktasınız. Kötü Yahudiler, yaşasın Filistinliler söylemleri ile bir Müslüman’dan daha, bir fazla oy alma peşindesiniz. Peki, gelelim sokağa, milletin arasına. Şu günlerde sokaktaki Türk insanın en çok konuştuğu konulardan biri de genetiği ile oynanmış gıdalar değimlidir? İnsanımız İsrail’in şu meşhur hormonlu tohumlarını konuşmaz mı hep? Konuşur. Malum hormonlu “Milli” zirai politikalarınız sayesinde daha da konuşacak bu gidişle.

Söyleyeceğim o dur ki !
Sizin şu heybetli ekonominizin ve siyasetinizin tüm azameti bir domatese kurban gitti! Hem de koftiden, hormonlu bir domatese… Hem yok satıyor, hem inanılmaz uçuk bir fiyattan. Galiba birileri sizi muhatap bile almayıp, ciddi bir cevaba bile ihtiyaç duymadan açıktan dalga geçiyor. Hem de HORMONSUZ!

Sen önce “domates”i yen diyor! 
Yenebilirsen!

Hiç yorum yok: